TÜM TARİHİ KONULARI |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
O, GÜL NESLİN ANNESİ
Ahmet Yatağan
Ehl-i Beyt... Efendimiz (A.S.)’in ev halkı. Annelerimiz ve çocuklarının bulunduğu yuva. Yuvanın tanınan adı ise, Hane-i Saadet. Asr-ı Saadet insanının görebileceği en huzurlu aile. Ailenin denge taşı, yaratılmışların en başıydı...
Efendimiz (A.S), hanımları, çocukları ve torunlarıyla o gün insanlarının gözü önünde, gönül evinde kainatı şereflendiriyordu. Bu şeref ve Allah’ın rahmeti sayesinde insanlar canlı bir aile hayatını görüyorlar, hayatlarını da buna göre şekillendiriyorlardı. Madde ve manada dertli her erkek, bizzat Efendimiz’e, kadınlar ise annelerimize başvuruyorlar, çocuklar da bu ailenin çocukları arasında arz-ı endam ediyorlardı... Ve... Bir kul yeryüzünde peygamberliğini icra ediyordu. İşte Alemlerin Rabbi, müminlere bu peygamberin ailesini sevmelerini emrediyordu:
“De ki; ben buna karşılık sizden akrabamı sevmenizden başka ücret istemiyorum.” (Şura/23)
Efendimiz (A.S.)’ın eşleri, kızı Fatıma, damadı Ali, torunları Hasan ve Hüseyin (R.A.) işte bu ailenin fertleriydi. Bu ailenin fertlerinin yükü ise ağırdı: peygamber Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliği ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de güzellikle salıvereyim.”
“Eğer Allah’ı ve peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız bilin ki; Allah içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır.”
“Ey peygamber Hanımları!.. Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkartılır. Bu Allah’a göre kolaydır.” (Ahzab/28-30)
Zor olan tek şey vardı: O gün de toplumunun arasında zavallı insanlar vardı. Kainatın Efendisi’nin erkek çocukları yaşamayınca, “soyu kesildi“ diyenler vardı. Artık bu ailenin sonunun geldiğine hükmediyorlardı. Ama ilâhi irade, ailenin devamını murad ediyordu:
“Asıl soyu kesik olan, şüphesiz seni kötüleyendir.” (Kevser/3)
Baba - Kız
Bu ailenin kızıydı Fatıma (R.A). O, gül neslin anası... Fatımatü’z-Zehra el-Betûl’dü O... Neslinden gelenler cehennem ateşi asla görmeyecek ‘Fatıma’, akpak yüzü, nur haliyle saf ‘Zehra’, din ve soy itibariyle benzeri olmayan, Cenab-ı Hakk’-a kendini adamış ‘Betûl’, bir kızdı o...
Kainatın Efendisi ne zaman seferden dönse, biriciği Fatıma’nın evine uğrar, hal ve hatırını sorar; sefere çıkarken de en son onunla vedalaşırdı. Yürüyüşü ve konuşmasıyla Sevgili Peygamberimiz’e en çok benzeyendi. Fatıma (R.A.) içeri girdiğinde, Alemlerin Efendisi ayağa kalkar, onu karşılar, “Hoş geldin kızım“ derdi. İlâhi irade daha küçüklükten onu sevilmeye hazırlamıştı. Biricik babasını hiç yalnız bırakmaz, adım adım takip ederdi. Kâbe’nin önünde nasıl da secdeye kapanmıştı.
Kainatın Biriciği... Ebu Cehil ve avanesi kopup gelmişler, deve pisliklerini nübüvvet mührünün üzerine atma cüretini göstermişlerdi. Beş yaşlarındaki o küçük Fatıma koşarak gelmiş, Alemlerin Efendisine atılan pislikleri elleriyle temizlemiş, onlara beddualar etmişti. Baba kız arasındaki bu sevginin elbette rabbanî bir yönü vardı.
Kainatın Serveri’nin Medine’yi şereflendirmesinin ardından henüz beş ay geçmişti. Evlilik dönemi gelmişti. Fatıma (R.A.) ile evlenmek dünya ve ahirette elde edilecek en büyük şeref demekti.
Ve bu herkese nasip olmazdı. Kullar ancak sebeplere yönelir Allah da “ol“ derse, iş oluverirdi.
Ve.. Sahabe-i Kiram bu şerefe ulaşmak istiyordu. Hz. Ebubekir, Ömer, Osman (R.A.) ebedi şerefi her an kolluyorlardı. Her defasında da, Efendimiz (A.S.):
“Ben O’nun hakkında ilâhi hükmü bekliyorum!..” diyordu. Mademki akrabasını sevmeyi, en yüce sevgili emretmişti... O Allah, buna elbette güç yetirecekti. Sahabe, kendi arasında: “Ey Ali! sen ne diye istemiyorsun Fatıma’yı?” dediklerinde O: ”Ebubekir, Ömer, geri çevrildikten sonra ha!..” diyordu.
Kul bir kere başını eğmeye görsün, Kainatın Sahibi ”Kaldır kulum başını!..” demez mi?! Eğmişti Ali (R.A.) gönlünü, bükmüştü boynunu... Kendini sahabe arasında en küçük görüyordu; hiçliğe adamıştı kendini...
”Ey Musa! Sevilmen ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendi sevgimi lûtfettim.” (Taha/39) buyuran Allah, en çok sevdiği ve alemleri hatırına yarattığı biricik peygamberinin sevgisini elbette üzerine alırdı.
Kardeşim
İlâhi iradenin neticesinde, Ali (R.A.), Efendimiz‘in huzuruna vardı. Nur-u Muhammedî karşısında büklüm büklüm olmuş, kalakalmıştı. Konuşamıyordu bir türlü. Ne zaman Kainatın Serveri: “Ey Ali!.. Benden Fatıma’yı mı istemeye geldin?” deyince, ancak “evet“ diyebildi. Fakat bir sonraki görüşmelerinde...
“Ey Allahın Rasulü!.. O’na mehir olarak verebileceğim hiçbir şeyim yok. Bir atım, bir de zırhım var. Atımı satayım mı?”
“Zırhını sat. Ama atın sana lazım olacak!..”
İş kesinleşince insanlar arasında konuşmalar arttı. Zira hadise hiç de bekledikleri gibi gerçekleşmemişti. Rasulullah (A.S.) onlara: ”O’nu ben nikahlamadım. Allah nikahladı.” buyuruyordu. Ve... Emir verdiler:“Gidin Fatıma’nın evini hazırlayın!”
Ümmü Seleme ve Aişe validelerimiz Fatıma’yı tepeden tırnağa techiz edeceklerdi. Odaya girdiler. Toprak zemini düzlediler, iki yastık kılıfına hurma lifi doldurdular. Hurma ve kuru üzümden oluşan yemek hazırladılar. Fatıma’ya tatlı su ikram ettiler. Elbise ve su kırbası asabilsinler diye evin köşesine de askı kurdular. (İbn-i Mace)
Yatsı namazından sonraydı. Kainatın Efendisi, Fatıma’nın evine uğradı. Yapılanları gözden geçirdi. Ensar’dan bazıları:
“Ey Ali!.. Düğün ziyafeti vermeyecek misin?” deyince, ensardan biri:
“Koç benden!..” dedi.
Ali (R.A.) da yarım ölçek arpa almak için zırhını rehin olarak bıraktı. Ziyafetin ardından Efendimiz (A.S.), kendisi gelinceye kadar Fatıma’nın yanına girmemesini Ali’ye söyledi.
Efendimiz (A.S.) eve geldi ve içeri girmek için izin istedi. İzin verilince:“Kardeşim burada mı?” diye sordu. Dadı Ümmü Eymen:
“Ey Allah’ın Rasulü! Senin kardeşin de kim?” deyince:
“Ebu Talib’in oğlu Ali!..”
“Sen kızını onunla nikahlamadın mı?”
“Evet, ama o benim kardeşimdir...”
Aldığı abdest suyundan, Ali (R.A.)’ın göğsüne serpti. Ve dua etti: “Allahım! Bu evliliği mübarek kıl! Onlara ve nesillerine de mübarek kıl!..” (Tirmizî)
Efendimiz (A.S.) her sabah namazına çıkarken, yeni evlilerin evinin önünde durur ve onları namaza kaldırırdı... Altı ay böyle devam etti. Onlara çok kereler:
“Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab/ 33) ayetini okurdu.
Torun Sevgisi
Kainatın en sevgili babası, onları böyle yetiştiriyordu. Torunları Hasan ve Hüseyin’i öpüp kokluyordu.
Bir gün Efendimiz çarşıdaydı. Hüseyin’in de aralarında bulunduğu bir grup çocuk oyun oynuyordu. Efendimiz (A.S.) onu yakalamak için ellerini açtı. Çocuk sağa sola koşmaya başlayınca O da peşinden koştu, ellerinden yakalayıp tutunca bir elini çenesinin altına diğerini de ensesine koyup öptü ve: “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim. Kim Hüseyin’i severse Allah da onu sevsin.” buyurdu.
Çoğu kez Hasan ve Hüseyin’ in ellerinden tutup:
“Kim beni, bu ikisini ve bunların ana ve babalarını severse, kıyamet gününde o benimle beraber, benim derecemde olur.” derdi. (Tirmizî)
Bu sevgide bir hakikat gizlenmişti. Kainatın Serveri “Kızım Fatıma benden bir parçadır.“ derken ve torunları Hasan ve Hüseyin‘i öperken, yaratılışın getirdiği babalık hissi ile davranmıyordu:
”Hasan (R.A.)’ın başını öperken, aslında onun neslinden gelecek olan Abdulkadir Geylanî (K.S.)’yi ve onun kudsi hizmetlerini nübüvvet nazarıyla görüp takdir ve teşvik ederek öpüyordu. Hüseyin (R.A.)’a şefkat gösterirken, onun nur silsilesinden gelen Zeynel Abidin ve Cafer-i Sadık gibi pek çok imamın, Kur’an ve Sünnet’e peygamber vârisi olarak yapacağı hizmetleri görüyordu. İhtimal, onların üzerinde Hz. Adem’den Asr-ı Saadet’e, ta haşir meydanına kadar geçmiş ile geleceğin perdelerini kaldırıp, hem de kainatın son peygamberi olarak nice hadiseleri müşahede ediyordu. Rahman’ın nur nazarıyla Hasan ve Hüseyin’in ardından gelecek İslâm dininin istikbaldeki nice velilerini, kutublarını, peygamber vârisi alimlerini; o Nur-u Muhammedî’yi taşıyan yüzde görerek tebessüm ediyor, onları kokluyordu... İşte o nazarda Şah-ı Geylanî’nin alacağı hisse vardı!...” (Bediuzzaman)
Ailenin Gözbebeği
İşte.. İnsan aklının eremeyeceği kadar ulvî anlamlar taşıyan bu ailenin gözbebeğiydi Fatıma... Nur-u Muhammedî’yi nesillere taşıyan, gül neslin anası ve rahmet deryasının biricik parçası Fatıma‘yı yine bir kez, ama bu kez son yolculuğuna çıkmak üzere ve hasta yatağındayken yanına çağırdı. Aişe (R.A.)’ın odası o gün Medine’ nin, hatta yeryüzündeki tüm evlerin en karanlık anına şahit olmak üzereydi...
“Kızım Fatıma!.. Hoşgeldin...” dedi ve sağına oturttu. Sırrını kulağına fısıldadı. Biricik Fatıma’nın gözlerinden yaşlar boşandı. Ama ardından o göz yaşları gönüllerde açan tebessüme dönüştü. Önce gözyaşı, sonra tebessüm... Belki de bu iki tavır hiç bir zaman böylesine dost olamayacaktı. Ve... bir ara dayanamadı, Aişe (R.A.) sordu Fatıma’ya, neydi bunun anlamı. Fatıma anlattı:
“Rasulullah (A.S.) bu hastalığının ardından vefat edeceğini söyleyince dayanamadım ağladım. Ama ailesi içerisinde kendisine ilk kavuşanın ben olacağımı söyleyince, sevindim ve güldüm...”
Peygamber ve ailesi, tüm insanlığa, kurulacak bütün yuvalara en güzel örnekti. Onun kesilmeyen nesli, Kur’an ve Sünnet’i yaşatan imamlar ile onları görüp tabi olanlardı. Yuvalarını Nur-u Muhammedî ile aydınlatanlar, insanlığa rehber olanlardı. Zira onlar, Allah’ın varlığını kendilerinde, hanımlarında, çocuklarında ve tüm nesillerinde yaşayarak ve yaşatarak gösteriyorlardı. Allah Tealâ bunun tefekkür edilmesini istiyordu:
“İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünüp ibret alanlar için dersler vardır!..” (Rum/21)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|