TÜRK İSLAM TARİHİ VE İSLAMİYET HAKKINDA HER ŞEY
  ÇAĞLARIN EN GÜZELİ
 
ÇAĞLARIN EN GÜZELİ
  
   Faruk Gürbüz
  
   Cemil Meriç, “Tekniğe şükran neşideleri okuyan burjuva aydınları, şimdi maşinizme (makinacılık) lânet yağdırıyorlar.” diyor.
   Demek ki, makinalaşmak insanlık ailesine özlediklerini verememiş. Teknoloji, kısa tarihi boyunca yeni egemen sınıflar, ezen ve sömüren bir sosyal tabaka doğurmuş. Teknolojisi ile gururlu insanlık, adalet duygusuna, ihsan ve insan şuuruna eremediği için sosyal yapıda ancak anarşizmi, kinleşmeyi, nefret ve hasetleşmeyi körükleyip durmuş hep...
  
   Yirminci yüzyıl aydınları modernizmi, temelinde akılcılık, deneycilik ve emek var diye yüceltir. Demek ki modernizmin itibarı, akıl ve emek kaynaklı olmasından gelmekte. Ama hangi akıl? Vahyin ışığından mahrum, buluş ve bilgisiyle küstahlaşmış bir akıl...
   İşte insanlığın bu kabiliyeti bir de alın teri ile birleşince bu modern çağ zuhur eder. Havada, karada, denizde, okyanus diplerinde ve fezada işleyen mucizevî vasıtalara sahip oluruz. Dünyayı adeta avuç içindeki bir top kadar küçültürüz. Ama ne garip, adalet ve hakkaniyet üzerine kurulmuş bir toplum nizamını bir türlü tesis edemeyiz. Halâ ırklar, renkler ve diller düşmanlığa ve ayrılığa vesile kılınır. Bir terslik yok mu sizce?
   Modern zamanların insanlığa getirdiği refah haddinden fazla abartılmakta. Ama gerçekte insanlık, zalim ve hilekâr bir siyasetle adeta güdülmekte, aldatılmakta. Karşımıza kuvvetten mahrum olduğu için aciz bir “hak”, “hak”tan mahrum olduğu için de zalim ve zorba bir kuvvet çıkmakta. Sonuçta modernizm bütün bilgi ve teknolojik birikimine rağmen, ne ferdin ruh dünyasını imar edebilmekte, ne de cemiyetin...
  
Nasıl Bir Medeniyet?
   Kadim inkârcı kavimlerin kurduğu medeniyetler gibi modern medeniyet de insanın manevi dünyasını yıktı. Oysa medeniyet insanlığın bir yönünü geliştirirken öteki tarafını çürüten, yok sayan bir oluşumun adı değil; akıl, ruh ve gönül gibi bütün vechelerini kemale erdiren sahih ve mükemmel bir vakanın adı olmalı değil mi idi?
   Sahi gerçek medeniyet, insanı terbiye eden, kemâle erdiren sosyal, siyasi, iktisadi bir hayat tarzının, bir kültürün, bir irfanî dokunun adı değil midir?
   Modernizimle gelişen ve değişen çok şey var şüphesiz. Fakat dönüp bir bakıldığında görülüyor ki, insanlığın ruhi, ahlâki ve hissi tekâmülünü durdurmuştur.
  
Çağa Bir İsim Yakıştırmak
   Modernizmin bu marifetine rağmen çağa ve çağdaş insana onun kimliğini verir, çağı onun nimetleri yüzünden kutsal sayarız. Çağı modernizmle yüceltiriz. İçinde yaşadığımız bu devre atom çağı, nükleer çağ deriz. Atom, insanoğluna hayatı zehir, dünyayı yaşanmaz kılmak için en vahşi silah... Bu ismi taşıyan bir çağ, gelecek nesillere modern insanın vahşi ruh halini belgelemekten başka ne kıymet taşır ki?!.. Nükleer enerji iyiye kullanıldığında da çevreye kasdeden ve onu kirleten bir baş belası...
   Evet tüfeğin icadıyla mertliğin bozulduğuna hükmeden Köroğlu, nükleer silahların icadıyla insaniyetin hangi kıymetlerini kaybettiğini, nelerinin bozulduğunu bütün şairliğine rağmen sanırım ifadeden aciz kalırdı.
   Modernizmin ışığında yol alan insanlık daha güzel bir istikbale mi yürümekte?... Elbette hayır! Yaklaşık her on yılda bir teknolojinin yepyeni nimetleriyle tanıştıkça, çağa bu nimetlerle isimler veriyoruz. Sibernetik, bilgi, bilgisayar, iletişim çağı vs. demekteyiz. İnanan insanın akıl ve muhakeme penceresinden baktığımızda ise, bu isimlerin çağa ve çağdaş insana hangi asalet, hangi üstünlük ve hangi farklılığı kazandırdığını söyleyebiliriz?
   Gerçekten, hangi genel geçer değeri devşirmeliyiz bu modern zamanlardan? Futbol, holiganizmi ve fanatizmi büyütüyor. Modern anlayışla spor, vücudu terbiye ederken ruhu küçültüyor. Musikisi bohemizmi, yani hayvani bir zevkçiliği geliştirip teşvik etmekte. Uyuşturan ve uyuşturucuya sevk eden bir müzik... Bu çağ, mimarisiyle de ahım şahım bir çağ değil. Ayağımızı, bir gün bağrına gireceğimiz topraktan kesen gökdelenlerle bu çağda tanıştık. Göklere sevimsizce yükselen apartmanlarında kasvetimiz büyür; kopukluğumuz, yalnızlığımız büyür.
  
Hangi İletişim?
   Modernizmin çağa verdiği son isim “İletişim Çağı”. Evet, gazeteler yazıyor, telefonlar, radyolar, televizyon ve internet işliyor ama psikolojik rehberlik uzmanlarımız insanların iletişimsizlik problemlerinden bahsediyor. Ne garip!... Dudaklarımızdan yalnızlık, ölüm ve intihar şarkıları dökülüyor.
   Modern insan, bu çok yönlü ileşitim vasıtalarına rağmen trajik bir iletişimsizlik yaşıyor. Kendi var oluş hakikatından, Allah’tan, iç dünyasından, ve evrenden kopuk ve habersiz yaşamaktayız. Gerçek iletişimsizlik ve bütün yalnızlıkların kaynağı bu değil mi?
   Renkli camlar, binbir türlü bayağılıklarla ruhumuzu yükseklerden koparırken, insanı sadece bedenden ibaret bir varlığa indirgemekte. Allah’tan, ahiret hayatından, ebediyetten kopuk yaşarken, yeme içme ve cinsellikten ibaret olarak sunulan “modern” hayat manasını kaybediyor. Modern toplumlarda artık sıradan hale gelen intiharlar neyin sonucu ki? Sonra rehberlik uzmanları yine pozitif, yani ötelerden kopuk bilgilerinin kör karanlığında “hayata rehberlik” kitapları yazıp yayınlıyorlar.
   Evet... İletişim çağında bu kabil bir iletişimsizlik yapıyoruz. Allah’tan insandan, derinliklerden, ötelerden ve alemlerin arka plânından iletişimsiz bir insanlık var karşımızda. Kendimizden habersiziz...
  
Yeni Zamanda Büyüyen Eski Yara
   Bu sözde iletişim çağında büyüyen tek şey, yine insaniyetin o eski yarası: inkâr... Öteleri inkâr...
   Bütün bunları düşünürken, yıllar önce ezberlediğim şu mısralar dudaklarımda kalemime döküldü:
   “Bu sabah açınca gözlerimi doğan güne,
   Dün akşamdan kanayan yaram göz gözdü yine...
   Gazeteler yazıyor, telefonlar inliyor,
   Bu yara bu milletin göğsünde genişliyor...
   Baktım yollar üstüne barikat kuruluyor,
   Baktım bu büyük millet arkadan vuruluyor...
   Menfaat bulutları güneşi perdeliyor,
   Meydanlarda robotlar, kuklalar sendeliyor...”
   Belli ki şairin “yara” dediği daha lokal, milli bir yara... Ama ben ikibinli yılların şafağında kanayan yara, bütün bir insanlığın yarası. Gazeteler yazsa da, telefonlar, bilgisayarlar işlese de, insanlık önden, arkadan, yandan, kısaca altı yönden vuruluyor. İnsanlığın bütün varlığı, Tanrı tanımazlıkla birlikte kendini inkârın taarruzu altında...
   İletişim çağında iletişimsizlik... Artık çağın itibarını iletişim çağı demekle de kurtaramayız.
  
Bütün Çağların En Güzeli
   Belki tarih olarak uzakta ama kalbimiz kadar yakın bir çağa inanan insan da bir isim koydu. Ademoğlunun dünyevî ve uhrevî saadetini mihenk alarak... Yüce Yaratıcı’nın son elçisinin etrafında bir nur halesi gibi halkalanan sahabenin, insanı ve insana ait bütün kıymetleri ihya ettiği bir çağ... İnsanların Allah ile, birbirleriyle ve hatta evrenle sapasağlam ve derin iletişimler kurduğu bir çağ... Bu çağın adına “Asr-ı Saadet” denildi. İşte bu çağ bütün çağların efendisidir.
   Evet; çağların en faziletlisi içinde insanın mesut olduğu çağdır. İnsanî değerlerin, insan haklarının aziz tutulduğu, en üst seviyede korunduğu çağdır. Hakkın hakim, batılın mahkûm olduğu çağdır. Makinaların, robotların ve bilgisayarların egemen olduğu bir çağ değil...
   Şimdilerde, yeni biyolojik buluşlarla bütün insanlığa propaganda edilen bir çağ daha doğuyor: Genetik Çağ... Ama biliyoruz ki, insanlık o saadet çağına yakın olduğu ölçüde huzur ve mutluluk bulacak. Beden hastalıklarının tedavi edildiği ya da bilmem kaç yıl daha geç yaşlandığı oranda değil. Kalplerinde o kutlu çağın ebedi değerlerini taşıyanlar, hiçbir dönemde mahzun olmayacaklar. Ve aslında, modernlerin anladığı manada hiç bir zaman da ölmeyecekler.
   Selam, bütün çağları insanlık adına mutluluk çağı yapmış ve yapacak olanlara...

 
 
  90653 ziyaretçi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol