TÜRK İSLAM TARİHİ VE İSLAMİYET HAKKINDA HER ŞEY
  I,İ
 



Itri

          Klasik Türk Müziği'nin kurucularındandır. İstanbul'da doğdu, aynı kentte öldü. Çağdaşlarının, ölümüne tarih düşürmek amacıyla kaleme aldığı mısralar ile bestelediği yapıtlarda güfte olarak kullandığı şiirlerin yazılış tarihlerine göre, yaklaşık 1630 ile 1640 yılları arasında doğduğu sanılmaktadır. Çeşitli kaynaklarda ölümü için 1711 ve 1712 tarihleri gösterilmektedir.

          Asıl adı Mustafa'dır. Itrî, şiirlerinde kullandığı mahlastır. Buhurîzade Mustafa Efendi diye de anılmıştır. Buhurîzade adının kendi lakabı mı, yoksa aile adı mı olduğu bilinmemektedir. Yaşamı üstüne bilinenler de, eski ve yeni kaynaklardaki, çoğu birbiriyle çelişen bilgilere dayanır. Zamanına göre iyi bir öğrenim görmüştür. Ustalarından birinin Hâfız Post olduğuna kesin gözüyle bakılır.

         Nasrullah Vâkıf Halhalî, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi 17 yy. bestecilerinden de yararlandığı sanılmaktadır. Çağının kaynakları, onun Mevlevi olduğunda birleşirler. Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile bir naat bestelemiş olması da, bunun bir kanıtıdır. Söylentilere göre, Yenikapı Mevlevihanesi'nin o zamanki şeyhi Câmî Ahmed Dede'ye (?-1671) kapılanmış, müzik sevgisiyle Mevlevi olmuştur.

         Itrî beş padişah dönemi gördü. Sultan IV. Mehmed zamanında tanındı. Huzurda düzenlenen fasıllara hanende olarak katıldı, bestelediği yapıtlarla padişahlardan büyük yakınlık gördü. Saraya girmeden önce ne tür işlerde çalıştığı bilinmiyor. Yakınlık gördüğü bir başka devlet adamı da, şiirleri ve müzik sevgisiyle tanınan Kırım Hanı I. Selim Giray'dı (1634-1704). Itrî, IV. Mehmed'le yakınlığının bir sonucu olarak, padişahtan, kendisine esirciler kethüdalığı görevinin verilmesi dileğinde bulunmuş, bu dileği yerine getirilmiştir. Bazı kaynaklar, onun bu dileğini, İstanbul'a getirilen esirlerin ülkelerinin müziği üstüne bilgi edinmek, içlerinden müziğe yeteneği olanları da yetiştirmek istemesine bağlarlar.

        Itrî uzun yıllar Enderun'da müzik öğretmenliği ve hanendelik ettikten sonra, elli yaşına doğru emekli olarak saraydan ayrıldı. Ancak, müzikteki ünü Lale Devri'nde daha da artarak sürdü. Meyvecilikle çiçekçiliğe meraklı olduğu, kendi adıyla anılan İstanbul'un ünlü Mustabey armudunu ilk kez onun yetiştirdiği de söylenir. Itırdan gelen Itrî mahlası da, çiçek merakına bağlanır.

        Divan şairlerinden Şeyhî'nin yazdığına göre, ölümünden sonra "Mevlevihane Yenikapusu haricine" gömülmüştür. Mezar taşı kayıptır. Itrî zamanının tanınmış şairlerindendir. Divan ve âşık tarzlarında şiirleri vardır. Naatlar, gazeller, tahmisler, nazireler, tarih düşüren beyitler ve şarkılar dışında, hece ölçüsüyle türküler de yazmıştır. Bestelediği yapıtlarda şiirlerinin pek azını güfte olarak kullanmış, Nâbî, Bakî, Nazîm, Nailî, Nef'î gibi ustaların şiirlerini bestelemeyi yeğlemiştir. Şiirlerini topladığı Divan'ı kayıptır. Şiirlerine şuara tezkirelerinde, yazma şiir derlemelerinde rastlanır. Ancak, Itrî mahlaslı bütün şiirler ona ait değildir, 1622'de ölmüş başka bir şair de aynı mahlasla şiirler yazmıştır. 17.ve 18 yy'larda Buhurîzade lakabıyla tanınmış iki müzikçi daha bulunduğu için, Itrî'nin onlarla da karıştırılmaması gerekir.

        Itrî aynı zamanda tâlîk yazı yazan bir hattattır. Edebiyat ve hat öğretmeni Siyahî Ahmed Efendi'dir (?-1697). Yazdığı tâlik yazı örnekleri, Hâfız Post'un güfte derlemesine eklediği güftelerde görülür. Neyzen olduğu da söylenir. Saz eserleri bestelemesi, ney ya da başka bir saz çaldığını gösterir. Çağının kaynaklarında, kuramsal bilgilerinin çok üstün bir düzeyde olduğundan söz edilir.

        Asıl önemi besteciliğindedir. Yapıtlarıyla bir çığır açmış, Klasik Türk müziğinin kurucusu olmuştur. Ondan önceki bestecilerde, bir ölçüde de olsa, Orta ve Yakındoğu müziklerinin izleri sezilir. Bu etkiler onda bütünüyle silinmiş, Klasik Türk müziği diye adlandırılan, Osmanlı-Türk üslubu en belirgin çizgileriyle ortaya çıkmıştır. Klasik üsluba bağlı kalmış pek çok bestecide, az ya da çok, onun etkisi vardır.

        Itrî, Abdülkadir Merâgi ve Hammâmîzade İsmail Dede Efendi'yle birlikte, Türk müziğinin gelişimini yönlendiren üç önemli besteciden biri olmuştur. Itrî'nin din dışı yapıtlarının başında gelen Nevâ Kâr Hâfız'ın bir gazeli üzerine bestelenmiştir. Bu yapıt çeşitli makam ve usul geçkileri uygulanarak birbirine bağlanmış ezgilerinin zenginliği yanında, kuruluşu ve titiz işçiliğiyle de özgünlük taşır. Aynı zamanda, Klasik üslubun niteliklerini de en iyi yansıtan, en özlü örneklerinden biridir. Çeşitli makamlardaki, büyük formlu öbür din dışı yapıtları, ilgili fazılların ilk akla gelen parçaları arasındadır. Din dışı küçük formlarda bestelediği hiçbir yapıtı günümüze ulaşmamıştır.

        Itrî dinsel müziğe yepyeni bir hava getirmiştir. Dinsel yapıtları, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır. Teravi namazı sırasında makam değiştirme kuralı ile camilerde müezzinlerin uyguladıkları çeşitli kuralların Itrî tarafından konulduğu söylenir. Bayram namazlarında okunan Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan Segâh Sal-ât-ı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı, üç yüz yıldır etkilerinden bir şey yitirmemiş yapıtlardır. Özellikle ilk ikisi çok kısa birer cümle içinde yarattıkları etkinin yoğunluğu bakımından Türk müziğinde benzersiz bir sanat gücü taşırlar.

        Mevlevihanelerde, sema törenlerinde, ayinden önce okunan, Rast Naat-ı Peygamber, Itrî'nin Mevlevi müziğine en kalıcı katkısıdır. Güftesi Mevlânâ'nın bir şiirinden alınan yapıtta, güfte ile beste yetkin bir biçimde bütünleştirilmiştir. Bu naatın, bestelenmesinden sonra Mevlevihanelerdeki her sema töreninde okunması bir gelenek haline gelmiştir. Segâh Ayin'i ise, bu türün ilk güçlü örneklerinden biridir.

         Günümüze ulaşan yapıtlarının çoğunda mistik bir hava vardır. Bu yönü bir ölçüde, Mevlevi olmasına bağlanabilir. Seçtiği formlar için en uygun anlatımı bulan Itrî, cami müziği olarak bestelediklerinde, derin bir dindarlık duygusunu, Mevlevi müziği yapıtlarında, tasavvufi bir içe dönüş heyecanını dile getirmiş, din dışı yapıtlarında ise, yoğun müzik cümleleri arasında beliren düşünceli ve düşündürücü bir tavrı benimsemiştir. Sanatı değerlendirilirken, üslubunun niteliği ile yapıtlarındaki teknik özellikler birbirine bağlı iki düzey olarak ortaya çıkar. Itrî'nin müziği 17. yy'da henüz oluşum aşamaları içindeki bir müzik üslubunda "klasik" diye nitelendirilebilecek özellikler taşır. Kişisel duygu ve düşüncelerini dile getirmediği, bütünüyle kendine özgü, kişilikli bir anlatım yaratabilmiştir. Müziğinin dengeli, oturmuş bir yapısı vardır; yapıtlarının en dokunaklı bölümlerinde bile, duygusallıktan, abartamadan, gereksiz süslemelerden kaçınmıştır, cümleleri açık seçik ve berraktır.

        Itrî, Şeyhülislam Esad Efendi'nin belirttiğine göre, bini aşkın beste yapmış olan çok verimli bir bestecidir. Bugün ancak 40 dolayında yapıtı bilinmektedir. Günümüze kalan pek az yapıtıyla bile bugün de Klasik Türk Müziği'nin en başta gelen birkaç ustasından biri kabul edilmesi, sanatındaki olağanüstü özelliklerin bir sonucudur.
 

Eserleri

        Segâh Kurban Bayramı Tekbiri; Segâh Salât-ı Ümmiye; Dilkeşhâveran Gece Salâtı; Mâye Cuma Salâtı; Segâh Mevlevi Ayini; Rast Darb-ı Türkî Naat ve Sofyan Tevşih; Nühüft Durak; Nühüft İlahî; Nühüft Tevşih; Nevâ Kâr; 2 Pençgâh Beste; Hisar Devr-i Kebir Beste ve Aksak Semai; Mâhûr Ağır Aksak Semai; Rehavî Berefşan Beste; Buselik Hafif Beste ve Yürük Semai; Segâh Ağır Semai; Segâh Yürük Semai; Bayatî Çember Beste; Bestenigâr Darb-ı Fetih Beste; Dügâh Hafif Beste; Isfahan Zencir Beste ve Ağır Aksak Semai; Nikriz Muhammes Beste; Râhatu'l Ervah Zencir Beste; Irak Aksak Semai; Rast Aksak Semai; Nühüft Aksak Semai; Acemaşiran Yürük Semai; Rehavî Peşrev; Nühüft Peşrev ve Saz Semaisi.





İbni Kemal

          İsmi Kemalpaşazade Şemseddin Ahmed bin Süleyman olan İbni Kemal, Kanuni Süleyman devri Şeyhülislâmlarından ve on altıncı asrın şöhretli âlimlerindendir. 1469 yılında Tokat'ta doğdu. Kemalpaşazade Süleyman Bey’in oğludur. Büyük babasına nispetle İbni Kemal diye meşhur olmuştur.

         Şemseddin Ahmed, geçliğinde babası gibi sipahi askeri idi ve II. Bayezid döneminde bir çok savaşlarda bulundu. O, bilim adamlarının emirlere bile üstün tutulduğunu görerek genç iken mesleğini değiştirip eğitimini ilerletmişti. Arapça ve Farsça öğrendi. Önce müderris oldu. Şöhreti arttı, sonra Edirne Kadısı ve Rumeli Kazaskeri oldu.

         Yavuz Sultan Selim onu çok sever, savaşlarda kendisiyle birlikte bulundururdu. Kanunî Sultan Süleyman da kendisine saygı göstermişti. Kanuni döneminde 1525’te Şeyhülislâm oldu ve ölümüne kadar bu makamda kaldı. Ona “Müftiyü’s-Sakaleyn” unvanı verildi. İbni Kemal, hak ve adaleti sever, doğruluk ve faziletten ayrılmazdı. Padişahın saygı ve sevgisini kazanacak kadar büyük bir insandı. İbni Kemal Türk tarihinin örnek bir insanıdır. 1534 yılında öldü. Mezarı Edirnekapı dışarısında Mahmut Çelebi zaviyesindedir.

         İbni Kemal, büyük bir din bilgini olduğu kadar değerli bir tarihçi ve kudretli bir şairdi. Kitap ve risale şeklinde üç yüz kadar eser yazdığı söylenir. İdrisî Bitlisî’nin Heşt Behişt adlı eserini Türkçe’ye çevirmişti. Sadi’nin Gülistan’ına benzer Nigaristan adlı Farsça bir eser yazmış, bir Osmanlı tarihi ile Mohaç Muharebesi’ne dair bir risale meydana getirmişti. Yusuf ve Züleyha adlı eserle tamamlanmamış bir Kur’an tefsiri ve dini kitaplara bir çok haşiye ve şerhleri vardır.




İbn-i Sina

          Fârâbî'nin talebesi olan İbn-i Sina, 980'de Buhara yakınlarındaki Afşan'da doğdu. 10 yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberledi, 18 yaşına kadar, devrinin tüm ilimlerini öğrendi. Buhara'da karışıklık çıkması üzerine, 20 yaşındayken Harezm'e giderek, Harezmşah Ali bin Me'mun'un yanına yerleşti. Zamanının bir kısmını devlet idaresinde, bir kısmını hapiste geçirdiği halde yine de yüzden fazla eser yazmış, ilim ve felsefenin her dalında çığırlar açmıştır. 1037'de Hemedan'da ölen İbn-i Sina'nın şiirleri de vardır. Hatta bir tanesi Ömer Hayyam'ın Rubaileri'nin arasına ismi anılmadan alınmıştır.

          Hareket, kuvvet, boşluk, ışık, ısı ve yer çekimi hakkında araştırmalar yapmıştır. Astronomi ve jeoloji alanındaki (dağların teşekkülü konusu) gözlemleri bugün için bile geçerlidir. İbn-i Sina'nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Kitab-ül Şifa adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır.

          Onun tıp şaheseri, kısaca 'Kanun' diye bilinen 'El Kanun Fi't-Tıp' adlı büyük kitabıdır. Eser fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji konularına ayrılmıştır. Kitap dikkatle incelendiğinde, İbn-i Sina'nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıklara 'mikrop'a benzer yaratıkların yol açtığını sezebildiğini görürüz.

          İbn-i Sina'nın 'Kanun'u 12. yüzyılda Latince'ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma'nın Galen'i de, Râzî de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa'sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain üniversitelerinin temel kitabı Kanun oldu. Durum 17. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa'nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina'nın Kanun'u yer almıştır. Çünkü Yunanlıların ilk çağlarından MS. 925 yılına kadar tıp sahasında ne bulunabilmiş ve bilinmişse, kendi seziş ve keşiflerini de katarak kitabın içine almıştı. Bugün hala Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Türk doktorun duvara asılı büyük boy portresi ile karşılaşır. Bu iki portre, İbn-i Sina ve Râzî'ye aittir.




İbrahim Çallı

          1882 yılında o zamanlar İzmir'e bağlı bulunan Çal kasabasında doğdu. (Çal kasabası bugün Denizli iline bağlıdır.) 1906'da Şeker Ahmet Paşa'nın desteğiyle Sanayi-i Nefise'ye giren İbrahim Çallı, 1910 yılında buradan mezun olduktan sonra Hikmet Onat ve Ruhi Arel'in de aralarında olduğu bir grupla Paris'e resim öğrenimine gönderildi. Ünlü ressam Paris'te L'Ecole des Beaux Arts'da Fernard Cormon atölyesinde eğitim gördü.

          I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla yurda dönen ressam, sanatın köklü gelişmelerden yana olduğunu her fırsatta belli etmiştir. Çallı, Sanayi-i Nefise'ye hoca olarak girdikten sonra Hikmet Onat, Nazmi Ziya, Feyhaman Duran, Avni Lifij, Namık İsmail de okulda hocalık yapmaya başladılar. Çallı, iyi bir ressam olmanın yanı sıra iyi bir öğretmen olduğunu da kanıtlamıştır.

          Yetiştirdiği öğrenciler arasında Şeref Akdik, Refik Ekipman, Saim Özeren, Elif Naci, Mahmut Cuda, Muhittin Sebati, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu gösterilebilir. 22 Mayıs 1960 yılında mide kanamasından ölen İbrahim Çallı, Cormon atölyesinde dört yıl klasik eğitim almasına rağmen, serbest bir teknikle resim çalışmalarına devam etmiştir. Sanatçının eserleri arasında portreler, nüler, peyzajlar ve natürmortlar daha ağırlıktadır.




İbrahim Müteferrika

          Türk matbaacısı olan İbrahim Müteferrika, 1674 yılında Macaristan'ın Kolojvar kentinde doğdu. Protestan bir Macar ailesinin oğlu olan İbrahim Müteferrika İlahiyat öğrenimi gördüğü sırada Türklere esir düştü. İstanbul'a getirildi ve Müslüman oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nda (vezirlerin emirlerini ilgililere duyurma görevi) müteferrikalık yaptı. Dil bilmesinden dolayı başka devletlerle olan müzakere heyetlerinde bulundu. Bir süre, Türkiye'ye davet edilmiş bulunan Macar beyi F.Rakoezi'nin hizmetine verildi.

          Macaristan'daki öğrenimi sırasında basım ve hak işlerini de öğrenmiş bulunduğundan bir matbaa kurmayı amaç edindi. 1719-1720 yılları arasında matbaayı kurdu. İbrahim Müteferrika'nın bu teşebbüsüne karşı çıkan din taassubunun yenilmesinde, Damad İbrahim Paşa'nın büyük yardımı oldu. Bununla birlikte, matbaanın açılmasına ancak dini olmayan eserler basmak şartıyla fetva verildi. Bu matbaada basılan ilk önemli eser Vankulu Lugatı'dır. Bundan başka 16 önemli eser ve bazı haritalar da basıldı. İbrahim Müteferrika'nın matbaası tarihteki ilk Müslüman Türk matbaasıdır. Fakat Türkiye'de gayrimüslimlerin daha önce açmış bulundukları matbaalar vardır. İbrahim Müteferrika 1745 yılında öldü.




İlteriş Kutlug Kağan

          Göktürk İmparatorluğu hükümdârı. 630 yılında Çin hâkimiyetine girerek istiklâlini kaybetmiş olan Göktürk devletini, 682 yılında tekrar kurdu. İki ülkeyi derleyip topladığı için Kutlug adına ilave olarak, İlteriş unvânı verildi.

          Çin’de doğup büyüyen İlteriş Kutlug Kağan, bir süre devlet memuru olarak çalıştı. Orta Asya hududunda görev yaptığı sırada, 681 yılında on yedi arkadaşı ile birlikte Türk devletini kurmak için teşebbüse geçti. Bilge Tonyukuk da yardımcı oldu. Kendisini destekleyenlerin sayısı yedi yüzü bulunca, istiklâlini ilân etti. Orta Asya Türkleri, Çin’deki Türk Hanedan mensupları ve kumandanları etrafında toplandı. Büyük bir kuvvet ortaya çıktı. 682 yılında, Göktürk Devletini ikinci defa kurup hükümdarlığını îlân etti. Bilge Tonyukuk’u kendisine vezir yaptı. İkinci Göktürk Devleti adıyla anılan bu devlete kurucusuna nispetle Kutlug Devleti de denildi.

          Göktürk Devleti'ni millî şuurla teşkilâtlandırıp Türk töresini ülkede hâkim kıldı. 682 yılından sonra, on yıl içinde, on yedisi Çin’e olmak üzere kırk yedi sefer tertip eden İlteriş Kutlug Kağan, yirmisine bizzât katıldı. Hepsinde muvaffak olup, hiç yenilmedi. 692’de ölünce kardeşi Kapağan (692-716), kağan oldu. Bilge Kağan (716-734) ile Kültigin, İlteriş Kutlug Kağan’ın oğullarıdır.




İsmail Gaspiralı

         İsmail Gaspiralı, Kırım’lı büyük bir eğitimci, ünlü bir gazeteci, pedagog ve mütefekkirdir (âlim). 1851 yılında Bahçesaray civarında Avcı köyünde doğdu. Babası Mustafa Ağa, Yalta ile Alupka arasında Gaspira adlı bir köydendir ve İsmail Beyin soyadı oradan gelmiştir. İsmail Gaspiralı, güçlü bir eğitim gördü. İlk eğitimini Bahçesaray’da yaptı. Akmescit Jimnazında, Voronej Rus askeri okulunda, Moskova askeri idadisinde okudu. Daha okulda iken Türkiye’deki Türklere karşı büyük bir bağlılığı vardı. Girit’teki Yunan eşkıyalarına karşı savaşmak için okuldan kaçtı. Yolda yakalandı. Bir daha askeri okula dönmedi.

         Henüz 17 yaşında iken memleketinde Rusça ve Türkçe okutarak eğitimciliğe başlamıştı. 1872’de Paris’e giderek Rusça tercümanlığı ile bir taraftan hayatını kazanmaya, bir taraftan da Fransızca öğrenmeğe muvaffak olmuştu. Aynı zamanda Paris’te Batı ve Doğuyu karşılaştırma imkanı buldu. Batı kültürünün gelişimini gördü ve iki yıl sonra İstanbul’a gelip bir yıl kadar yazarlık yaptıktan sonra Kırım’a dönmüştü. 1878 yılında, yani henüz 27 yaşında iken Bahçesaray’da Belediye Reisliğine seçilmişti. Bu görevde bulunduğu dört yıl içinde halka ve memlekete hizmet etmişti. O sıralarda Akçura ailesinden İsfendiyar Bey’in kızı Zühre Hanım’la evlenerek Akçuraoğlu Yusuf Bey’in eniştesi olmuştur.


         Gaspiralı’nın amacı halkı aydınlatmaktı. Bu ideal için çırpınıyordu. Bir aralık Tunguç adlı haftalık bir gazete çıkarmış, 1883’te meşhur Tercüman gazetesini kurmuştur. Önce haftalık, sonra günlük olan Tercüman-ı Ahvali-i Zaman adını taşıyan bu önemli ideal gazetesi geniş tesir ve hizmette bulundu. İsmail Gaspiralı, 1914 yılında Kırım’da öldü. Mezarı Bahçesaray’dadır. İsmail Gaspiralı hayatını milletinin yükselmesine adamış güçlü bir fikir adamı, yüksek bir eğitimci ve büyük bir idealist idi. Gaspirali, halka hizmet için ilk eğitimden başlamak gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle sürekli olarak medreseleri düzeltmeye, eğitim metotlarının Batılılaşmasına uğraşmış, kendi de bizzat bir alfabe yazmıştı. Son yıllarında Mısır ve Hindistan’a seyahat etmiş ve Mısır’da İslam ülkeleri arasında bir kongre toplamaya teşebbüs etmişti. Hayatı ve eserleri hakkında Kırımlı Cafer Seyyit Ahmet Bey’in 1934’te İstanbul’da bastırdığı 248 sayfalık kitabı vardır.




İsmet İnönü

          Mustafa İsmet İnönü, asker, siyasetçi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci Cumhurbaşkanı. 24 Eylül 1884'te İzmir'de doğdu, 25 Aralık 1973'te Ankara'da öldü. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında çok önemli bir rol oynamış, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsız bir devlet olarak dünya sahnesinde yerini almasını sağlayan Lozan Antlaşması'nı imzalamış, birçok defalar başbakanlık görevini üstlenmiştir. Babası Müstantık (Sorgu Yargıcı) Mehmed Reşid Bey, Malatyalıdır, aslen Bitlis'ten oraya da Hakkari'deki Tiyar vadisindeki Erdel köyünden gelmedirler, Erdel köyüne bitişik Kürüm köyünün adından Kürümoğulları diye anılırlar. Kürümoğulları'nın kimi kolları Bitlis dışında Van ve Diyarbakır'dadırlar. Annesi Cevriye Hanım Deliorman Razgrad'dandır. Ortaöğretimini Sivas Askeri Rüşdiyesi'nde 1890 yılında tamamlayan İnönü Mühendishane-i Berri-i Hümayun'u 1903 yılında topçu teğmeni olarak birincilikle bitirdi. 1906'da Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni gene birincilikle bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne'deki 2. Ordu'nun 8. Alay'ında bölük komutanlığına atandı. Bu görevi sırasında, Makedonya'daki örgütlenmesinden etkilenerek İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu (1907). Ama uzun süre cemiyet içinde herhangi bir etkinlik göstermedi; askerliği ön planda tuttu. 1908'de kolağası (önyüzbaşı) oldu ve 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) olarak bilinen ayaklanmayı Selanik'ten gelerek bastıran Hareket Ordusu'nda görev aldı.

          1910'da Yemen Ayaklanması'nı bastırmakla görevlendirilen Ahmed İzzet Paşa'nın karargâhında görevlendirildi. Buradaki hizmetleri nedeniyle kendisine dördüncü dereceden Mecidiye Nişanı ve bir yıl kıdem verildi. 26 Nisan 1912'de binbaşılığa yükseltildi ve Yemen Mürettep Kuvvetleri kurmay başkanı oldu. Balkan Savaşı çıkınca (1912) İstanbul'a döndü (1913), Çatalca'daki sağ cenah komutanlığı emrine verildi. 1914'te harbiye nazırlığı ve erkân-ı harbiye-i umumiye reisliğine (genelkurmay başkanlığı) atanan Enver Paşa'nın başlattığı ordunun yenileştirilmesi hareketinde etkin rol oynadı. 29 Kasım 1914'te kaymakam (yarbay), 14 Aralık 1915'te miralay (albay) oldu ve Çanakkale'deki İkinci Ordu (Osmanlı)'nun kurmay başkanlığına atandı. I. Dünya Savaşı'nda Doğu Cephesi'nde görevlendirildi. Bu sırada Mustafa Kemal Paşa da (Atatürk) bu ordunun XVI Kolordu (Osmanlı) komutanlığına atandı. İsmet Bey, 1916'nın yaz aylarında bir süre çarpışmaları yönetti. Ocak 1917'de İkinci Ordu (Osmanlı) komutan vekili Mustafa Kemal Paşa'nın önerisiyle , IV Kolordu (Osmanlı) komutanlığına atandı; stratejik birliklere komutanlık dönemi de bu göreviyle başladı. Mayıs 1917'de Suriye Cephesi'nde 20. Kolordu komutanlığında görev almış, 19 Haziran'da da , III Kolordu (Osmanlı) komutanlığıda görev almış[kaynak belirtilmeli]. Bir süre sonra İstanbul'a geri çağrıldı ve Halep'te 7. Ordu'nun oluşturulmasında görev aldı. Daha sonra bu orduda kolordu komutanlığına getirildi ve Yedinci Ordu (Osmanlı)'nun komutanlığını üstlenen Mustafa Kemal Paşa ile gene yakın ilişki içinde oldu.

          Mondros Mütarekesi'nin (30 Ekim 1918) imzalanmasından az önce rahatsızlanarak İstanbul'a dönen İsmet Bey, 24 Ekim 1918'de Harbiye Nezareti'nde müsteşarlığa atandı. 29 Aralık'ta Paris Barış Konferansı'na (1919) hazırlık için kurulan komisyonda askeri müşavir oldu; 4 Ağustos 1919'da yalnızca sekiz gün için Askeri Şûra Muamelat-ı Umumiye müdürlüğüne, bir ara da jandarma ve polis örgütünün iyileştirilmesi için kurulan komisyona üye olarak atandı. Bütün bunlar genellikle birkaç günlük görevlerdi. İsmet Bey, ilk kez 8 Ocak 1920'de, yalnızca bazı danışmalarda bulunmak için Ankara'ya gitti ve kısa bir süre Mustafa Kemal'le çalıştı. Yeni kurulan Ali Rıza Paşa hükümetinde harbiye nazırı olan Fevzi Paşa'nın (Çakmak) çağrısı üzerine şubat sonlarında İstanbul'a gitti. 9 Nisan 1920'de Mustafa Kemal'in çağrısı üzerine Ankara'ya döndü ve İstanbul'la bütün resmî bağlarını kopardı.

          23 Nisan 1920'de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) Edirne milletvekili olarak katılan İsmet Bey, 3 Mayıs'ta İcra Vekilleri Heyeti'nde erkân-ı harbiye-i umumiye vekili (o dönemde genelkurmay başkanı) oldu. Bu görevi üstlendiğinde albaydı ve kendisinden hem rütbe, hem kıdemce çok ileride komutanlar da vardı. İsmet Bey, 6 Haziran'da İstanbul'da divanı-harp tarafından gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı. 10 Kasım 1920'de milletvekilliği ve vekillik görevi saklı kalmak üzere Garp Cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı'na atandı; 4 Mayıs 1921'de de Garp Cephesi komutanı oldu. Çerkez Ethem ayaklanması'nın ve iç isyanların bastırılmasında etkin rol oynadı. Ocak ve Nisan 1921'de I. ve II. İnönü savaşlarında Yunan ilerlemesini durdurdu. 1921-22 yıllarında Sakarya Savaşı, Büyük Taarruz ve Başkumandanlık Meydan Savaşı'nda etkin rol oynadı. 25 Aralık 1973'te ölen İnönü, 27 Aralık'ta devlet töreni ile Anıtkabir'de toprağa verildi. Anılarının bir bölümünü Hatıralarım, Genç Subaylık Yılları, 1884-1918 (1968) adı altında toplamış, ayrıca çeşitli tarihlerdeki söylev ve demeçlerini içeren İsmet Paşa'nın Siyasi ve İçtimai Nutukları, 1920-1933 (1933), İnönü Diyor ki (1944), İnönü'nün Söylev ve Demeçleri I, 1920-1946 (1946) gibi kitapları yayımlanmıştır.




İstemi Kağan

          Göktürk İmparatorluğu hükümdârı. Göktürk İmparatorluğu'nun (552-745) kurucusu olan Bumin Kağan’ın kardeşidir. Bumin Kağan (552-553), Avarlara isyân ettiğinde İstemi, on boyun başında olarak ona yardım etti. Göktürk İmparatorluğu kurulunca Bumin, Doğu Göktürk Hakanı, İstemi de Batı Göktürk Yabgusu oldu. Bumin’in 553 yılında ölümüyle İstemi Büyük Göktürk Kağanı seçildi. 576 târihinde ölümüne kadar kağanlık yaptı.

          İstemi Kağan, Göktürk İmparatorluğu'nun batısındaki Ak Hun İmparatorluğu ile 563-567 yılları arasında savaşıp onları yendi. Bütün Mâverâünnehir’i ele geçirip Sâsânî Devleti (224-651) ile komşu oldu. Batı Göktürkler, İli Irmağı boyu merkez olmak üzere; Kâşgar, Kulca, Cu Irmağı boyu, Isıg Gölü ve Aral Gölü çevresinden Hazar Denizine kadar genişlediler. İlk önce Sâsânî hükümdârı Hüsrev Nûşirevân (531-579), sonra da Bizans İmparatoru İkinci Justinianus (556-578) ile diplomatik münâsebetler kurup, siyâsî ve ticârî münâsebette bulundular. Ak Hunlara karşı Nûşirevân’la dost geçinen İstemi Kağan, ona kızını verdi. Sâsânîlerin batıya ipek taşımacılığını durdurması üzerine, aralarında anlaşmazlık çıktı. Bu yüzden Sâsânîlere karşı Bizanslılarla ticarî ve siyâsî ittifak tesis edildi.

          İranlılardan ya ipek yolunu açması yada Göktürk İmparatorluğu'na haraç vermesi istendi. Haraç isteği reddedilen İstemi Kağan, elçilerinin de zehirlenmesi üzerine, İran’a karşı sefer hazırlıklarına başladı. Bu durumu haber alan Sâsânîler, ticâret yolunu açmayı ve haraç vermeyi kabul ettiler. Bilâhare ortaya çıkan Sâsânî-Bizans çatışması (571-590) sırasında, Sâsânîlerin zayıf düşmesinden de istifade eden İstemi Kağan, Âzerbaycan taraflarını ele geçirdi. İstemi Kağan’ın 576 yılında ölümünden sonra yerine oğlu Tardu geçti.
 
 
  90635 ziyaretçi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol